Son günlerde uluslararası diplomasi sahnesinde yankı uyandıran bir iddia gündeme geldi: ABD ve İran, nükleer anlaşma konusundaki müzakereleri yeniden başlatmayı düşündüklerini duyurdu. İki ülke arasındaki gerilimlerin ve belirsizliklerin arttığı bir dönemde, bu yeni gelişme, dünya genelinde dikkatleri üzerlerine çekmeyi başardı. Uzmanlar, nükleer müzakerelerin başarılı bir zeminde ilerlemesi durumunda, hem Orta Doğu'nun hem de küresel güvenlik dinamiklerinin köklü bir değişim yaşayabileceğini öne sürüyor.
ABD ile İran arasındaki nükleer müzakereler, 2015 yılında imzalanan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden onay alan ve dönemin ABD Başkanı Barack Obama'nın önderliğinde gerçekleşen İran Nükleer Anlaşması ile başlamıştı. Ancak, 2018 yılında eski ABD Başkanı Donald Trump’ın anlaşmadan çekilmesi, iki ülke arasındaki ilişkileri gergin bir hale getirdi. Trump yönetimi, İran’a karşı uyguladığı yaptırımları sıkılaştırarak, ülkenin nükleer programını sınırlandırmayı hedefledi. Bu süreçte İran, birçok taahhüdünü yerine getirmediğini açıklayarak, nükleer kapasitesini artırmaya başladı. Ancak son dönemde, hem bölgesel gelişmeler hem de iç politik gelişmeler, tarafları nükleer müzakerelere yeniden yönelmeye teşvik etmiş olabilir.
Öncelikle, ABD’nin yeni yönetiminin, diplomasiye dönük bir yaklaşım sergilemesi, Washington’un Tahran ile ilişkilerini yeniden gözden geçirmesinin kapısını aralamış durumda. Biden yönetimi, İran ile mevcut olan nükleer anlaşmayı yeniden canlandırmak ve İran’ın nükleer programıyla ilgili belirli sınırlar koymak amacıyla, müzakerelerin yeniden başlamasına yönelik bir strateji geliştirmekte. Bu rahatlama, hem bölgedeki güvenlik endişelerini azaltabilir hem de ekonomik açıdan İran’a yeni fırsatlar sunabilir. Ayrıca, İran’ın da nükleer programını geliştirme konusundaki kararlılığından ötürü, müzakerelerin yeniden başlaması, her iki taraf için de kritik bir anlam taşıyor.
Öte yandan, Rusya ve Çin gibi ülkelerin de bu süreçte rol oynaması bekleniyor. Bu iki ülke, nükleer müzakerelerde İran’ın yanında yer alarak, ABD’nin baskı politikalarını dengelemeye çalışacak. Dolayısıyla, müzakerelerde üçlünün, ABD-İran ilişkilerini etkileme potansiyeli bulunuyor. Geçmişteki tecrübeler, yetersiz müzakerelerin yeni çatışmalara yol açabileceğini göstermişken, bu durumda tarafların uzlaşı arayışında daha dikkatli davranacakları düşünülüyor.
Son olarak, bu müzakerelerin sonucu yalnızca bölgeyi değil, dünya genelindeki nükleer silahların yayılmasını da etkileyecek bir niteliğe sahip. ABD ve İran, bu müzakereler sırasında askeri ve siyasi baskıları azaltma konusunda uzlaşmış olurlarsa, Orta Doğu’nun barış ortamına bir adım daha yaklaşılmış olacak. Ancak, süreçteki belirsizlikler ve geçmişte yaşanan güven sorunları, her iki taraf için de önemli bir engel teşkil edebilir.
Özetle, ABD ve İran arasındaki yeni nükleer müzakerelerin başlangıcı, hem iki ülke arasındaki ilişkilerin geleceği hem de Orta Doğu’daki barış ortamının inşası açısından kritik bir dönemecin başlangıcını simgeliyor. Uluslararası kamuoyunun gözleri, tarafların yapacağı açıklamalara ve müzakerelerin gidişatına çevrilmiş durumda. Bu gelişmelerin hangi yönlere evrileceği, özellikle de iki ülkenin nasıl bir yol haritası çizeceği ise merakla bekleniyor.